2008
“-Bir ay mı izin alalım peki?”
“-Bence yetmez ama olsun babişkom alabildiğimiz kadar alalım”
“-Tamam, seneye ne olursa olsun gidiyoruz o zaman…”
Seneye…
Ne olursa olsun…
Gidiyoruz…
Her şey olabilirdi…
İşler çok yoğun olabilirdi mesela…
Kuvvetle muhtemel izin alamayabilirdik…
Benim bankam, onun şirketi batabilirdi…
Ya da işten kovulabilirdik, parasız kalabilirdik…
Ama biz ne olursa olsun demiştik
En kötü ne olabilirdi ki…
Şunun şurasında zaten seneye demiştik…
Her şey yerli yerinde kaldı…
Babam öldü… 2008…
Hindistan’a gidecektik biz…
Sırtımızda çantalar ile ülkeyi baştan sona dolaşacaktık…
Haritalar elimizde bile isteye kaybolacaktık…
Baba kız öyle bir yola çıkacaktık ki…
Biz o yolda kendimizi bulacaktık….
Herşey yerli yerinde kaldı…
Babamı kaybettim…
Bir de kendimi…
2014
Hindistan’dayım…
Ben bir seyahat şirketi ortağıyım…
Yanımda birbirinden çok sevdiğim dostlarım, yol arkadaşlarım…
Babamın en çok sevdiği iki kuzeni…
Babamın en çok sevdigi kadın, annem..
Delhi, Agra, Jaipur, Varanasi…
Tam dokuz gün Türkiye’nin en iyi rehberi ve sevgili dost Elif ile karış karış dolaştık…
Ben anlattım babam dinledi….
Babişkom,
Döndüm evet…
Dönüştüm mü?…
Ona da evet…
Eksik olan yanımı buldum mu?…
O kadar çok fazlaymış ki…
Hangi birinden başlasam, hangi birini tamamlasam…
Bilemedim…Öyle kalakaldım…
Hindistan….
Gördüklerin eğer gözünün içinden yansıyorsa…
Hissettiklerin eğer dilinden dökülenler ile “bir” ise…
Dokundukların eğer senin “aynan” olabilmişse…
Yaşamışsın ve yaşatmışsın demektir…
Vücudumun her bir köşesi ağrıyor…
Ruhum lime lime…
Düşüncelerimin altı ile üstü yer değiştiriyor, dönme dolap misali, yavaş yavaş, ağır ağır…
Sokaktaki karmaşa ve cümbüş, sürekli çalan kornalar, yerdeki Pan etkisi ile kırmızı tükürükler, sokağa işemeler, üzerine basmadan geçemediğin hayvan pislikleri, sana yapışık gezen sokak satıcıları neden iğrenç değil de pür doğal idi bilmiyorum…
Sisli ve buğulu bir gün doğumunu Ganj kenarında karşıladım, ölülerin yakıldığı ghatların içine kadar girdim, bir yakılışa şahit oldum, sonra ara sokaklarda yürüdüm, yürüdükçe kasıldım, iliklerime kadar kaskatı oldum…
Bir Hindu tapınağındaki gün sonu şükür duasında hıçkıra hıçkıra ağladım, bir Sikh tapınağındaki sade ve gösterişsiz ritüele hayran kaldım, sonsuz aşkın mabedi Taj Mahal’de ruhumu ve bedenimi masal aleminin içine bıraktım, fillerin üstünde Amber Kalesi’ne çıktım, yılanlarla göz göze geldim, onca yokluk ve sefalet içinde bir Sarayda İngiliz usûlü beş çayımı yudumladım, an geldi kahkahalarla güldüm, an geldi dans edip kıvrım kıvrım kıvrıldım…
İkilemler, gelgitler, beden yorgunluğu, ruh sarsılması, rüya alemi ve dibine kadar gerçek bir dünya ile karşılaştım…
Aslolana ve hakiki olana sarılmak arzusu ile döndüm…
Gerçek sevgilere sarılmak arzusu ile döndüm…
Bir gittim hayatım değişti
Diyemem…
Ben artık bambaşka bir ben oldum
Diyemem…
Dönüştüm…
Evet sadece dönüştüm…
Hindistan kendini yavaştan sevdirir derler…
Benim de kendimi yeni baştan tanımaya ihtiyacım var…
Tanıştığım beni yavaştan sevmeye ihtiyacım var…
Yaşadıklarımı, gördüklerimi, hissettiklerimi hazmetmeye ihtiyacım var…
Ortaya çıkacak olan “her ne ise” şu an için bilemiyorum…
Sadece tüm yaşamış olduklarıma sonsuz bir minnet ve şükür duyuyorum…
Yol boyunca benimleydin…
İyi ki gittik Babişkom…
İyi ki “ne olursa olsun” seninle gittik….
İçimdeki Yolcu