Paris’in entelektüel hayatının kalbi sayılan Le Marais bölgesine hoş geldiniz. Fransızca “bataklık” anlamına gelen Le Marais’ye bu ismin verilmesinin sebebi mecazi değil. Sanatçıların, yazarların ve oyuncuların buluşma noktası olarak bilinen bugünkü halini almadan yıllar önce burası gerçekten de bir bataklık bölgesiydi.
12. yüzyılda bölgenin kuzey kısmına inşa edilen ibadet alanlarından sonra bataklık hızla kurutuldu ve öncelikle dönemin popüler ibadethanelerinin sonrasında da kralların ve soyluların rezidanslarının gözde mekanı haline geldi. Bugün halen Marais’nin en ünlü ve şaşaalı yapılarının çoğu ortaçağ boyunca burada kalan asillerin yaptırdığı, “Hôtel” adı verilen evlerden oluşuyor.
Bu binalardan en önemlileri bugünlerde Picasso müzesine ev sahipliği yapan Hotel Sale (hotel sale), avlusunda sık sık festivallerin, tiyatro oyunlarının ve panayırların düzenlendiği Hôtel de Beauvais (hotel dö bove) ve “Paris tarihi” müzesi olarak da bilinen Hôtel de Carnavalet’dir (hotel dö carnavale).
17.yüzyılın sonlarına doğru kral 14. Louis’nin Versailles (versay) sarayına taşınması ile birlikte asillerin yavaş yavaş bölgeyi terk etmesi sonucunda bölge el değiştirerek Musevi cemaatinin kullanımına geçti ve şehrin popüler ticaret merkezlerinden birisi haline geldi.
Bugün halen Musevi inancına ait kitaplar ve eşyalar satan dükkanların çoğu bu bölgede bulunuyor. Ayrıca Rue de Pavée (rü dö pave) de bulunan ve ünlü Art Nouveau mimarı Hector Guimard tarafından tasarlanan Sinagog da yine bu bölgenin görülmeye değer yapılarından biri.
Barındırdığı Musevi nüfusu dolayısı ile 2. Dünya savaşı sırasında Nazilerin işgalinde en çok hedeflenen bölge olan le Marais de büyük tahribatlar yaşamış, savaş sonrası bölge eski şaşaasını tamamen kaybedip daha çok işçi sınıfı tarafından tercih edilen bir bölge halini almış. Ancak içinde barındırdığı tarihi değerler unutulmamış ve 1970’li yıllarda bölge yenilenmeye başlamış ve yıllar içinde özellikle LGBT topluluğunun, sanatçıların ve entelektüellerin yaşadığı bir alan haline gelmiş.
Bu kadar tarihi bilgi şimdilik yeter. Peki günümüz Marais’si nasıldır? Neler yapılır?
Öncelikle designer shoplardan hoşlanıyor, Fransız tipi café’lerde akşam üstü içkinizi yudumlamak sonra da gece hayatına doğru kaymak istiyorsanız burası sizin yeriniz.
1 numaraları metro hattını kullanarak St. Paul (sen pol) durağında indikten sonra biraz sağa yürüyüp Vosges (voj) meydanı çevresinde gezinize başlayabilirsiniz. Şehrin en önemli ve yenilikçi galerilerini bu meydanın çevresinde bulacaksınız.
Sanat gezisi sizi acıktırdıysa önerimiz önce sadece Paris’in değil dünyanın da en iyi falafelcisi olarak bilinen Rue des Rosiers (rü dö rosier) üstünde bulunan L’as du falafel’de bir mola vermeniz. Normal şartlarda Fransızlara özgü bir mutfak önerilir ancak Marais’ye kadar gitmişken burayı kaçırmak olmaz. İçinde bulunacağınız Rue des Rosiers aynı zamanda bölgenin en haraketli ve farklı dükkanlarını da bulabileceğiniz sokak. Sokaklarda kaybolmaya buradan başlayabilirsiniz. Dükkanları ile ünlü bir başka bölge ise nehir tarafına doğru olan Village saint-paul. (vilaj sen paul)
Dükkanlar arasında gezerken bölgenin üst kısmında kalan Carnavelet ve Picasso müzelerine de zaman ayırmayı unutmayın. Bu müzeler hem içerikleri hem de mimari özellikleri ile size iki kere büyüleyecektir. Picasso müzesinin içinde yer alan bistroda bir kahve içmek size kendinizi tam bir Fransız gibi hissettirebilir.
Marais’nin ünlü gece hayatı farklı sokaklarda bulunan farklı konseptteki barları ile sizi memnun edecek. Yabancıların sık ziyaret ettiği ve şehrin genç nüfusunun olduğu bir bölge olduğu için klasik Fransız soğukluğunu bu bölgede görmezsiniz, insanlarla konuşmaktan ve tanışmaktan çekinmeyin.
Öte yandan sadece şık bir yemek yemek isteyenler dünyanın en ünlü ve başarılı şefi sayılan Alain Ducass’nın (alen düka) sahip olduğu ve 1912’den beri hizmet veren, art nouveau dekorlu efsanevi restoran Benoit’yı (bönua) tercih edebilirler ama burada yiyecekseniz sakın önceden rezervasyon yaptırmayı unutmayın.
Ekin Soyaslan