Adıyaman’ın içerisinden yol süzülerek gider Kâhta’ya. Ve ilçenin merkezinden geçtikten hemen sonra artık tırmanmaya başlarsın Nemrut Dağı Milli Parkı’na…
Kulaklarda Oğuz Aksaç’ın naif sesinden akan “Oy amman amman amman, burası Adıyaman; alem düşman kesilir seni sevdiğim zaman..” ezgisi ile unutulmaz aşkın özlemi kaplarken içini bir bakmışsın ki gecenin o karanlığı seni daha çok içine çeker..(Bahsi geçen ezgiyi şarkı sözü üzerine bağlantı olarak ekledim.. Belki okurken dinlemek istersin diye…)
Gecenin karanlığı çeker çünkü nemrutta güneşin doğuşunu izlemek için yola düşmüşsündür. Sırt çantanda bir adet kırmızı şarap o an sana eşlik edecek nefessiz bir dosttur. Kuş sesleri arasında tırmandığın yol bir noktada son bulur ve aracından ayrılarak tümülüsün bulunduğu zirveye doğru adımlamaya başlarsın…
Gecenin gündüze evrildiği seher vaktinde güneşin mor rengi ile gözünü doyuracak lezzetini kaçırmamak için adımlarını hızlandırırsın. Kalp atışın hem heyecandan hem de adrenalinden hissettirir kendini. Ve son adımınla birlikte doğu terasına merhaba bakışını atar, selamlarsın Kommagene Krallığı’nın eşsiz izlerini…
Heyecanla hemen bulduğun yere çömelir manzaraya karşı çıkarırsın çantandan arkadaşını ve güneşin eşsiz doğumunu izlersin. Gün aymaya başladıkça daha çok şaşırırsın yükseldiğin zirvenin gücüne…
Sonrasında ise bir ses gelir hafif esinti ile karışık “haydi keşfet” diye…
Kalkarsın oturduğun yerden ve hemen arkana dönüğünde soldan sağa doğu terasında taht üzerinde oturan başları aşağıya düşmüş taş heykelleri görürsün.
Apollon, Komagene Ana Tanrıçası Tik, Zeus, I. Antiochos, Herakles ve onların yanında kartal ile aslan heykelleri…2150 metre yüksekliğinde zirvede 200 bin metreküplük bir parçayı elle yontturarak burada kendisi için görkemli bir anıta imza atan I. Antiochos krallığı adına şöyle not düşürür;
”Tanrılara layık bu heykelleri ben diktirdim; Zeus’un, Apollon’un, Herakles’in heykellerini ve vatanımın sembolü olarak her şeyi besleyen Kommagene’nin bir suretini. Aynı taştan yontulmuş olarak ve onlarla birlikte tahtta oturur şekilde, kendi şahsımın bir suretini de her şeyi duyan tanrıların yanında diktirdim…”
Bu heykellerin arkasında yükselen kırma taşlardan örtülü bir tepe çeker dikkatini ve başını kaldırıp zirvesine çıkma hayali kurarken içerisine bile ulaşamayanların çabalarını hatırlarsın… Roma dönemi de dahil pek çok tünel açılmışsa da kral mezarlarına yani tümülüs odasına şimdiye dek ulaşan yoktur. 150 metre çapında ve 50 metre yüksekliğindeki zirvedeki zirve 10 metre yüksekliğindeki heykellerin sırtını yasladığı bir güvence diye düşünürsün ve I. Antiochos’un zekasına tekrar hayran kalırsın…
Doğu’nun ve Batı’nın barış içerisinde karşılaştığı bir bölge olma azrusu ile hareket eden Kommagene Krallığı’nın barışçıl anlayışını aynı zirvenin zıt yönündeki batı terasına da kattığı değerle ölçüp bir kez daha takdir edebilirsin.
Kitabelerde hem eski Yunan hem de Pers adları ile yer alan tanrı heykellerinin batı terasındaki durumu ise etrafa saçılmış başlar şeklinde gözüne çarpacak…
Batı terasından aşağıya doğru bakıp kurduğun hayaller seni bir başka diyara götürürken Arsemia Ören Yeri için heyecan dolu yolculuğa başlamış olacaksın. Adım adım çıktığın zirvenin son 500 mt.’den tekrar adım adım ineceksin…
Arkana baktığın anda seni büyüleyecek o zirve seni “ben neredeydim?” sorusuna itecek ve bu topraklara bir kez daha âşık olacaksın!
Arsemia Ören Yeri, Cendere Köprüsü ve Karakuş Tümülüsü bir sonraki yazıda seninle…
@seyahatsanatcisi