Trabzon-Sümela-Ayder Yaylası / Karadeniz (Bölüm-1)
Bir oğul bana benzeyen, bir çınar hep benzemek istediğim… Bir ben, neye benzediğimi bilmeyen…
Babam ve oğlum ilk defa yollardayız… Erkek Erkeğe…
Vardık Trabzon’a ki bu ayrıntıyı söylemeliyim, Avis’ten aracımızı kiraladık, çok güvenli, rahat ve tertemiz bir çocuk koltuğuna Ali’yi yerleştirdik, vurduk yeşilin dikine yola.
Karadeniz’de gezilecek yerler listemize göz attığımızda önce Sümela görülmeli diyerek yola koyuluyoruz. Dev ağaçların arasından tırmana tırmana yaklaştık doğanın içine, trafiği kalabalık dur soluklanalım dedik. Kenarda duran araçların yanına çektim ki, önümüzdeki araçtan bir akerdiyon çıkageldi. Ailenin büyükleri kaptılar Ali’nin ellerinden başladılar horon vurmaya. Bizimki şaşkın, tanımadığı birileri tutmuş ellerinden sallıyorlar uşağu Keyifliler, müzik hareketli, gülüyorlar, hayatı yavaşlattıkları bu an için onlara minnettar hissediyorum.
Babam yürümeyi sever, trafiği beklemedi bile, çoktan varmıştır yukarılara. Sümela Manastırı sislere saklı bir emek… Bir inancın gücüne ve hayatta kalma gücüne hayran kalıyorum defalarca, bu kadar yükseğe bu yapı nasıl yapılır?
İndik aşağıda bir meydan, derelerin üzerinde ahşaptan bir restaurant. Haydi bakalım getir kuymakları, mısır ekmekleri… Rahmetli dedem derdi “yumulun” diye. Yumulduk ekmeği banarak.
Karadeniz’de Gezilecek Yerler
Düştük tekrar yola, az gittik uz gittik yeşil koyu düz gittik. Tabelaları okuyoruz Fırtına Vadisi, Fırtına Deresi, Coşandere, Çaykara, Çamlıhemşin hepsinde bir hırçınlık var :) . O zaman insan karakterini anlamak kolaylaşıyor. Bu doğaya karşı mücadele etmek hiç ama inanın hiç kolay değil, sabır gerekir, alay gerekir, tekrar tekrar ayağa kalkmayı bilmek gerektirir. Mücadele sonucunda gene gülmeyi başarmış bir halktan bahsediyoruz, “Kaz uçarda Laz uçamaz mı?” demiş derelerin üzerine çelik teller çekmiş. Çok eğlendik, babamı ittirdim boşluğa Ali’yle çok güldük babamın dere üstündeki seyahatine :) .
Tabii ki bunu eğlenceli hale getirene kadar tecrübe ettiği bir mazi var. Her türlü malzemeyi tepelerdeki evlerine ulaştırmak için yaptığı basit makaralı düzenekler var, bildiğin manuel telesiyej. Kendilerini bile yukarıya çekerek çıkaracak düzenler kurmuşlar. Bu mücadeleyi görünce saygın artıyor bu karakterlere. Dağın başında, yeşilin ortasında birbirinden kilometrelerce uzak evlerde doğayla baş başa yaşamak…
Ayder Yaylası‘na yaklaştık ki yağmurdan yollar kaymış taşlarla kapanmış, 4-5 saattir 3-4 km kuyruk araç bekliyor. Yağmur dinmeksizin yağıyor. Yağmur demişken, batıda Karadeniz turları için sürekli “aaa o dönem yağmurlu olur” deme klişesi var. Yahu Karadeniz’i yağmursuz görsen neye yarar ki? Korkma gel, yağmur yağar aynı gün güneş açar, sel olur, fırtına kopar, o zaman sen olursun Karadeniz, yöre seni içine alır, korur, kollar… Yaşarsın illaki yaşaman gerekeni, görürsün ki korkacak bir şey yok…
Yorgun ardın girdik Ayder Yaylasına, biraz neon ışıklar falan rahatsız edici, ama o şirin tahta yayla evlerini görmek çok güzel.
Sanki uzun süredir yolumuzu beklemiş gibi karşıladılar bizi… Varolsun Karadenizli dostlarımız…
Oda ahşap kokuyor yağmur sonrası… Dışarıda tulum sesi var, sanırım saatlerdir horon vuruyorlar. Cam hafif aralık ses oradan süzülüyor içeri, buzz gibi yayla havası ile birlikte… Ali koynuma sokuluyor, boynunu gömüyor bana, yorgun, “Çok güzel uyuyalım mı baba?” :) babam namaz kılıyor, oda küçücük, dua mırıltısı Ali ile bana ninni gibi… Babamın başımızda olması beni de çocuk yapıyor. Gözlerim kapanıyor, hani cin çıksa lambadan, “şimdi değil defol git” diyecek kadar mutluyum ve bu ana aitim…
Devam edecek :) ( Bu cümle bana nedense TRT radyosunun çocukluğumdaki günlerini hatırlatır.)
Yolgezer